Dr. Hakan Çınar

Dr. Hakan Çınar

Dış ticaretin pahalı yüzü

Bloomberg HT’de yayınlanan sevgili dostum Sami Altınkaya’nın Çıkış Yolu programına katılarak, son dönemde sıkça dile getirdiğim, teması Türkiye’nin dış ticaret maliyetlerinin düşürülmesine yönelik konuya bir kez daha değindim. Bıkmadan usanmadan da değinmeyi sürdüreceğim, zira konu dış ticaretimizi geliştirmek olunca gerisi teferruat. Fakat ne var ki bu teferruat dediğimiz hususlar, bizim dış ticaretimizi geliştirmekte de önemli bir engel teşkil etmekte. Bugüne kadar firmaların da üzerine yeterince eğilmediği detayda kalarak göz ardı edilen masraf kalemleri TOBB’un da raporunda belirttiği üzere Güney Kore’nin dahi 2,5 kat üzerinde ise, burada iyileştirilebilecek noktalar var demektir. Evrak teslim belgesinin doğru bir uygulama olmadığını ısrar ile söylerken, bir kısım nakliye acentesinin bu belgeyi teslim etme gerekçesi ile pek çok gerçekçi olmayan maliyeti firmalara yansıtıyor olması bu konudaki asıl acil iyileştirme gereksinimi olan nokta.

Canlı yayında da bahsettiğim üzere, 10.03.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış olan Gemi Acentelik Hizmetleri Ücret Tarifesi’ne ilişkin tebliğ, gemi acenteliği hizmeti veren gerçek ve tüzel kişilere, yaptıkları hizmetlere karşı gemi sahibi, kaptanı, işleteni veya kiracısı tarafından ödenen ücret olarak tanımlanmaktadır. Yani alıcıdan veya ihracatçıdan alınan bir bedelin olmaması gerektiğini buradan çok net çıkartmak mümkündür, mevzuatta da zaten bu yazılı. Ancak uygulamalarımız ne yazık ki bunun tamamen tersi. Yeterli denetimlerin olmaması da bu sonuçları ortaya çıkartıyor. Firmaların ürünlerine bir an önce kavuşabilme yönündeki doğal aceleleri, belge ekindeki tüm bedellerin de sorgulanmamasına neden olduğu için bu bedellerin doğrudan ödeniyor olması, teslim belgesinin alınmadan işlemlerin sonlandırılamayacak olması firmaların ellerini kollarını bağlamakta. Oysa ki taşımacının eşyayı teslim etmesi zaten yükümlülüklerinden birisi olmasına ve bunun Incoterms ve kanunlar çerçevesinde de tanımlı olmasına rağmen farklı bir uygulama ile ülkemizde işlerin yürümesi, aslında yüksek maliyetlerin ana cevabını oluşturuyor.

Bahse konu ücretlerin, hem gemi işletmecisi (taşıyan), hem de alıcı ve göndericilerden farklı farklı talep edilmesi, ne yazık ki kabul edilebilir bir uygulama değildir. Türk Ticaret Kanunumuzun 1200'üncü maddesinde “navlun borçlusu taşıtandır” der, diğer bir deyişle zaten taşıyanın alacağı için yeterli kanuni haklar tanınmış olup, böyle bir belgeye gerek olmasa dahi nakliyecinin hapis hakkı zaten mevcuttur. Teslim belgesi adı altında bir belge ile ortaya çıkan koruyucu hükümlerin yanlış neticeler doğurduğu ve gereksiz ve asılsız maliyet kalemleri yarattığı çok nettir. Zira yük teslim belgesinin verilmesi ve bir gereklilikmiş gibi görünmesi, “bazı art niyetli acentelerin” ki burada işini doğru yapan acenteleri tenzi ediyorum, ekmeğine yağ sürmekte ve ekstra ücretler uygulayabilme imkanlarını sağlamaktadır. Taşıma belgesi zaten teslim için gerekli belgedir; üstelik depo, liman, antrepo gibi yerlerdeki tutanaklarda teslimi ispatlar niteliktedir.

Öz cümle, taşımacının hapis hakkı saklı olup, navlununu tahsil edememe halinde, bu hakkını teslim anına kadar kullanma olanağına sahiptir. Bunun için bir belgeye ihtiyaç olmadığı gibi, teslim anında eşyanın tutulduğu yer işleticisine bu durumu istediği şekilde bildirebilir. Şayet belgeyi almaz isen işleme başlayamazsın yahut malını alamazsın söylemleri, taşıyanın ortaya çıkardığı bir teslim engeli olup, bir gecikme sorumluluğu doğurur. Gereksiz acente maliyetleri de işte bu sebeple ortaya çıkmaktadır ve ülkemiz lojistik maliyetlerini de yukarı çıkartmaktadır. Herhalde uzun lafın kısası da bu olsa gerek. 

Bu yazı toplam 2250 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum