Dr. Hakan Çınar

Dr. Hakan Çınar

Eğer İstanbul depremi 7.5 büyüklüğünde olsaydı

23 Nisan’da, merkez üssü Silivri açıkları olarak belirlenen ve 7.5 büyüklüğünde kaydedilen deprem, İstanbul’un ekonomik ve sosyal hafızasında derin bir iz bıraktı. Deprem­le birlikte sadece binalar değil, sistemler, ref­leksler ve alışkanlıklar da yıkıldı. İstanbul’un birçok ilçesinde yüzlerce bina yıkıldı, on bin­lerce kişi evsiz kaldı. Tarihi dokular zarar gör­dü. En büyük darbe, Türkiye’nin ekonomik kal­bine indi.

Bu şehir, ülkenin GSYH’sinin üçte birine yakınına ev sahipliği yapıyor. Sanayi te­sisleri, organize sanayi bölgeleri ve üretim hat­ları geçici olarak durdu. Bankaların genel mü­dürlükleri ve finansal merkezlerin operasyon­ları en az 48 saat boyunca yapılamadı. Borsa İstanbul, olağanüstü hal kapsamında işlemleri askıya aldı. Dolar/TL kuru ilk saatlerde 2 TL’ye yakın artış gösterdi. Merkez Bankası acil top­lantı kararı aldı.

Ticaret zinciri akışı durdu. Limanlarda vinç­ler devrildi, konteynerler devasa yığınlar halin­de kıyıya yığıldı. Lojistik merkezlerde yangın­lar çıktı. Kara yollarında çöküntüler meydana geldi. Gümrük işlemleri geçici olarak durdu­ruldu. Türkiye’nin ihracat planları 3 gün içinde tamamen revize edilmek zorunda kaldı. Hazi­ne ve Maliye Bakanlığı acil fon açıkladı. DASK ödemeleri başladı fakat sistem yetersiz kaldı. Belediyeler ve AFAD’ın koordinasyonu büyük oranda İstanbul Valiliği çatısı altında toplandı.

Eğer Çarşamba günü gerçekleşen deprem 6.2 yerine 7.5 olsa idi, en iyimser haliyle bile du­rum yukarıdaki gibi olurdu.

7.5’in ekonomik etkileri ve dış ticaretin geleceği

İstanbul’da meydana gelen deprem, sadece fiziksel bir sarsıntı yaratmakla kalmadı; aynı zamanda ekonomik sistemin pek çok bileşe­ninde derin etkiler bıraktı. Özellikle dış ticare­tin kalbi sayılan liman altyapıları, lojistik hat­lar ve gümrük işlemleri bu durumdan doğru­dan etkilendi.

Deprem sonrasında bazı karayollarında çat­laklar, tünellerde geçici kapanmalar ve özel­likle Ambarlı Limanı çevresinde geçici askıya alınan taşıma faaliyetleri dikkat çekti. TEM otoyolunun bazı noktalarında yük taşıyan araçların geçişinde aksamalar yaşandı. Güm­rük sahalarında yapılan ilk kontroller, fiziksel bir yıkım olmadığını gösterse de, deprem son­rası yaşanan elektrik kesintileri ve internet alt­yapısındaki kesintiler, geçici de olsa işlemlerde gecikmelere neden oldu. Bazı firmalar, manuel prosedürlere geçmek zorunda kaldı.

Gümrük müşavirlik hizmetlerinde bu dönemde olağa­nüstü bir koordinasyon ve kriz yönetimi dev­reye alındı. İstanbul’daki büyük limanlarda kı­sa süreli operasyonel yavaşlamalar yaşadı. İlk tahminler, İstanbul ekonomisinde yaklaşık 2-3 milyar dolarlık bir maliyet oluşturduğunu gös­teriyor. İstanbul depremi sadece yapıları değil, alışkanlıkları da sarstı. Bu olay, afetlere karşı sadece bireysel değil, kurumsal ve sektörel da­yanıklılığın ne kadar kritik olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

İstanbul demek, Türkiye demek

Yukarıdaki tablo iç karartıcı. Ne de olsa İs­tanbul, Türkiye’nin ekonomik kalbi. Finans, sanayi, hizmet ve kültürün iç içe geçtiği bu şe­hirde meydana gelecek 7.5 büyüklüğünde bir deprem, sadece binaları değil, ekonomik yapı­yı da derinden sarsacaktır. Böyle bir senaryo, Türkiye’nin GSYH’sinin yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan bir metropolün geçici olarak dev­re dışı kalması anlamına gelir. 1999 Marmara Depremi’nde yaşanan ekonomik kayıp yakla­şık 17 milyar dolardı. Bugünkü ekonomik yo­ğunluk ve bina stoğunun durumu göz önüne alındığında, İstanbul’da 7.5 büyüklüğünde bir deprem yaşansaydı, doğrudan ve dolaylı mali­yetin 100 milyar doları aşması kaçınılmaz olur­du. Özellikle eski yapı stoğunun yoğun olduğu ilçelerde binlerce konutun kullanılamaz hale gelmesi beklenirdi.

İstanbul’un finansal merkez olması nede­niyle, böyle bir felaketin ardından Borsa İstan­bul’da panik satışları yaşanabilir, bankaların şu­be ve merkez operasyonları aksayabilirdi. Kredi notları ve yatırımcı güveni de önemli bir baskı altına girerdi. Sigorta sistemi, özellikle DASK, ödemeler açısından büyük bir yükle karşı karşı­ya kalırdı. İstanbul’daki sanayi tesislerinin üre­timi durur, organize sanayi bölgeleri geçici ka­panırdı. Yüz binlerce kişi işsiz kalabilir, geçici barınma ihtiyacı nedeniyle sosyal politikalar baskı altına girerdi. Yeniden inşa süreci ise ka­mu harcamalarında artışla birlikte yeni istih­dam alanları açsa da, bu sürecin finansmanı ve koordinasyonu büyük bir sınav olurdu.

7.5 büyüklüğünde bir deprem, Türkiye eko­nomisinin neredeyse tüm sinir uçlarına doku­nurdu. Bu senaryo, afet yönetiminin artık sa­dece ‘acil durumlar’ için değil, ekonomik sür­dürülebilirlik için de temel bir strateji haline gelmesi gerektiğini net şekilde ortaya koyuyor. Depreme hazırlık artık bir seçenek değil, ulusal bir zorunluluk.

Bu yazı toplam 625 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.